28 Mayıs 2016

Firewatch

     Merhaba değerli okurlar. Yakın zamanda oynadığım ve gerçekten beni etkileyen bir oyunu sizlerle paylaşmak istedim. Oyunun beni en etkileyen tarafı görsel efektlerini kullanış şekilleri ve hikayesi.



      Oyun FPS tarzında. Hiçbir aksiyon içermeyen ve elimizde harita, pusula ile etrafı gezip görerek senaryonun ilerlediği bir oyun.
      Oyunu oynarken kendimi orienteering yarışmasındaymışım gibi hissettim. Haritanın kullanımını çok daha iyi öğrendim diyebilirim bu oyun sayesinde. Bir yerlere gitmek için her zaman haritayı kullanmak zorundayız. GTA gibi dinamik bir harita yok elimizde. Yolu bulmak için harita bilgisinden faydalanmak zorunda olmak benim hoşuma gitti diyebilirim.



          Oyuna başlarken ilk olarak karşımıza bir takım yazılar geliyor ve bu yazıların karakterimizin geçmişi ile alakalı olduğunu fark ediyoruz. Karakterimizin geçmişi anlatılırken bazı seçenekler sunuyor bize. Az da olsa geçmişinde bazı değişiklikler yapıyoruz karakterimizin. Geçmişi ile ilgili yazılar geçerken arada oyuna dönüyor. Şöyle söyleyeyim oyun başında önce yazı geliyor seçiyoruz sonra oyuna dönüyor sonra tekrar yazı sonra tekrar oyun. Yazılar olmadan söylemek gerekirse oyun başında çantamızı alıp arabamıza da binip bir ormana gidiyoruz. Çalılıkların arasına doğru ilerliyoruz. Yolda yürürken karşımıza ahşap bir gözcü kulesi çıkıyor. Yeni işimiz herkesten uzakta bir kulede tek başına gözcülük yapmak. Orman yangını gözcülüğü... karakterimizin geçmişi ile ilgili her şeyi öğreniyoruz oyunun başında.



        Gözcü kulesine tırmandığımızda telsizden ses geldiğini görüyoruz ve Delilah adlı hatunla tanışıyoruz. Bizim kuleden birkaç kilometre uzaktaki kulesini fark ediyoruz o sırada. Delilah oyun boyunca bizimle telsizle konuşan bir kadın. Aslında kendisi bizim amirimiz sürekli emir veriyor ve biz emirleri yerine getiriyoruz. Oyunun ilerleyen kısımlarında zaten olaylar farklılaşmaya başlayacak. Asıl hikaye olaylar farklılaşmaya başladıktan sonra başlıyor. Oyun başlarında karakterimizin neden öyle bir iş seçtiğini daha iyi anlayabiliyoruz diyelim. Oyunun Kalan kısmını da anlatırsam zaten ciddi spoiler veririm diye korkuyorum.
   

 (Görseller için Yayının devamına bakabilirsiniz)

06 Mayıs 2016

Margaret Keane

          Merhaba değerli okurlar. Geçen hafta İstanbul'dan Isparta'ya gitmek için otobüse binmiştim. Birkaç saat geçti ve gerçekten fazlasıyla canım sıkılmaya başlamıştı ve sonunda dayanamayıp önümdeki ekranın açma/kapama düğmesine bastım. Karşıma farklı bir arayüz çıktı. Kategorileri gösteriyordu bana. İlk olarak "Film" kutucuğuna dokundum ve daha sonrasında ise açılan pencerede "Biyografi" Kutucuğuna dokundum. "Büyük Gözler" adlı bir film çıktı karşıma. Hiç düşünmeden filmin resmine dokundum ve izlemeye başladım. İşte Margaret Keane ile bu şekilde tanışmış oldum. Efsane bir çizer var karşımızda.
           Büyük Gözler çiziyor her zaman. Sebebini de küçükken geçirdiği ve 1 hafta boyunca kulaklarının duymadığı bir rahatsızlığa bağlıyordu bunu: "Kulaklarım sağır olduğunda insanları anlamak için onların gözlerine bakıyordum. O günden sonra benim için gözlerin önemi biraz daha arttı." diyordu Margaret Keane. Bu yüzden de çizdiği çoğu resmindeki karakterlerin gözleri biraz büyük ve anlam dolu oluyor. Kişisel bir yorumda bulunacak olursam: Çizdiği portrelerde sadece gözleri incelemek yeterli olur. Çünkü gözlere o kadar anlam yüklüyor ki Margaret, o portreyi ayakta tutuyor o büyük gözler.
          Kısaca tanıtmak istedim bu değerli sanatçıyı. Filmi izlerseniz ve daha çok araştırma yaparsanız nasıl talihsizlikler yaşadığını göreceksiniz bu sayede.






İnsanın Elinden Kayan Yaşamı

      Selamlar değerli okurlar. Buralara uğramayalı yaklaşık bir yıl oldu. Keyifle yazdığım blogum, iş hayatıma yoğunlaşmamla birlikte diğer...