10 Ocak 2023

İnsanın Elinden Kayan Yaşamı

     Selamlar değerli okurlar. Buralara uğramayalı yaklaşık bir yıl oldu. Keyifle yazdığım blogum, iş hayatıma yoğunlaşmamla birlikte diğer keyifle yaptığım aktiviteler ile birlikte bir sandığa kapatıldı adeta. Yaklaşık bir yıldır ne kitap okuyabiliyorum ne de film izleyebiliyorum. Ara ara da beni rahatsız etmiyor değil bu durum fakat önüne geçemediğim bir akıntı gibi aydınlık tarafa ulaşmam engelleniyor bir şekilde. Belki de Momentos mahlaslı blog yazarı bana podcast'inde yer ayırmasa buralara uğrayacağım yoktu. Unutmuştum bile bir blogum olduğunu, geçen gün tesadüfen denk geldim de açtım blog kontrol panelini. Yanlışlıkla açmışken bir hareketlilik var mı diye bakınıp momentosun yorumunu gördüm. Yorumda momentos podcast'inde blogumu tanıtacağını söylemişti. Mutlu olmuştum ve eskisi gibi blog yazma hissine kapılmıştım. Ancak bu his çok uzun sürmedi açıkçası tekrardan unuttum kenarda yapayalnız bekleyen bir blogum olduğunu. İşte bugün tekrardan hatırladım bir blogum olduğunu ve bir şeyler yazmam gerektiğini düşündüm. Açtım yeni başlık sayfasını ve şu anda burada okuduğunuz satırları yazıyorum. Biliyorum başlık epey iç karartıcı fakat yazdıklarımda o kadar da karanlığa sürükleyecek bir temayı benimsemeyeceğim.

    Hayatı pek de irdelemeden yaşıyoruz. Yapmak istediklerimizin ve bu yapmak istediklerimizin gerçekten bize mi yoksa başkasına mı ait olduğunun pek de farkında değiliz. Bu durum ise bizi kendimizden hızla  uzaklaştırmakta. Örneklendirme yapmak isterim bu durum ile ilgili: İzlemiş olduğu doğal yaşam videosu izleyen bir kişi hayal edin. Bu insan doğaya uyum sağlamakta epey zorlanacak bir insan olsun. Sırf izlediği videodaki hayattan etkilendiği için kendisinin de böyle bir yaşamdan çok hoşlanacağı yanılgısına kapılıyor ve doğa hayatını kendi isteğiymiş gibi benimsiyor. Hatta bu isteği o kadar irdelemiyor ki, doğada yaşamın evdeki gibi sıcak yataktan uyanmak, ocakta kahvaltısını yapmak, televizyon karşısında film izlemek, aynı anda telefonuna dalıp gitmek olmadığını hiçbir şekilde göremiyor. Bu anlattıklarımda yanlış anlaşılma olmasın ben tabii ki doğa yaşamına her insanın bir şekilde adapte olabileceği kanısındayım fakat bu tip bir yaşantının şehir hayatında yaşamaktan kat kat rahatsız edici olduğundan çoğu insanın gözyaşları ile geçireceği günlerden ibaret olabileceğini düşünüyorum.


    Lafı her zamanki gibi çok uzattım. Aslında demek istediğim şey şu: Kendimizi bulmakta çok zorlanıyoruz. Kendimizi bulmakta o kadar zorlanıyoruz ki başkasının keyif aldığı şeylerden biz de keyif alırız yanılgısına kapılıyoruz. Bakın deneme yanılma değil belki biz de keyif alırız demek yerine çok keyif alırım deyip irdelemeden geçiyoruz. Halbuki yapmak istediğimiz etkinliklerin üzerine detaylı bir şekilde tüm yönleriyle düşündüğümüz vakit anlıyoruz ki bu etkinlik gerçekten de hoşumuza gitmeyecek. Peki kendimizi bu etkinliğe sebepsizce adama sebebimiz nedir? cevap 
duygudaşlık. Bir etkinliği yapıp da mutlu bir insan gördüğümüz vakit beynimizin empati yönü ağır basıp o kişiyi kendimizmiş gibi görmeye çalışıyoruz ve bu son zamanlarda çok sık gördüğüm bir durum haline geldi. Dolayısıyla insanlar artık neyden hoşlanıp neyden hoşlanmadığını bilemez oldu. Kendimizden uzaklaştık değerli okurlar. Kendimizden uzaklaştığımızda ise yaşam belki de elimizden kayar oldu.

    Eğer bir şeyi istiyorsanız, onu elde etmeden önce irdeleyin ve karakter süzgecinizden geçirin. Karakter süzgecinizden geçirdiğiniz vakit etkinlik daha bilinçli ve akılda kalıcı derecede mutlu bir anıya dönüşecektir.

27 Ocak 2022

The French Dispatch


Yönetmen: Wes Anderson
Oyuncular: Bill Murray, Timothée Chalamet, Tilda Swinton, 
Owen Wilson, Adrien Brody, Frances McDormand, Willem Dafoe, 
Edward Norton, Saoirse Ronan
Süre: 118 dakika 
Yapım Tarihi: 10 Ekim 2021
Ülke: ABD
IMBD: 7.3/10 
Benim Puanım: 8/10


    Nereden baksanız iki yıldır bu filmi bekliyordum. Ha çıktı ha çıkacak deyip covid bahane edilip erteleniyordu. Gün geçtikçe seyircinin ilgisini kaybediyordu. Tam umutlar bitmeye yakınken film beyaz perdede yerini aldı. Filmin duyurusunu ilk gördüğümde "Oyuncu kadrosuna bak be!" demiştim kendi kendime. Sonrasında filmin detaylarını incelediğimde birbirinden farklı çekim tekniklerini gördüm. Çekim teknikleri oyuncular kadar ilgimi çekmişti. Bu çekim tekniklerini tek filmde başarılı bir şekilde uygulayabileceklerine dair şüphelerim elbette mevcuttu ama yine hoşuma gitmişti işte film güzel olacaktı ve bunu hiçbir şey gölgeleyemeyecekti. Filmin gecikmesi biraz gölgelemiş olabilirdi ama yine de film güzel olacaktı.

       Eleştirmenler açısından söylenenlere göre film, Akademi Ödülleri'nde aday olma hakkını kaybetmişti. Bu yorumları gördükçe keyfim de kaçmıştı adeta ve filmi takip etmeyi bırakmıştım dolayısıyla filmin piyasaya çıktığını da fark edememiştim. Aralık ayında filmi sinemada izleme şansım oldu. Biraz geç oldu izlemem ama güç olmadı.
        

    Film bence çok başarılı bir film idi. Kurgusu, senaryosu ve dahiyane teknikleri ile benim için izlenebilir bir film yapmışlardı. Filmi izlerken bile yüzümden tebessüm eksik olmadı. Bu anları çok seviyorum işte. Bir filmi beklersin beklersin ve ortaya Matrix 4 gibi bir film çıkacağını kurgularsın kafanda. Ama bu film hiç de öyle olmadı. Çok başarılı idi. Senaryosundaki incelik, sıcaklık ile oyuncuların ve kamera arkası ekibin başarısı filmi mükemmel hale getirmiş. Matrix 4 kadar bir pazar payı oluşturmadıkları için filmden çoğu insanın haberi olmadı. Üzülüyor muyum tabii ki hayır, çünkü bu tip sanatsal yapıdaki filmlerin reklama çok da ihtiyaçları yoktur, film kendisini gösterir kalitesi ile. Kalitesini maskelemek için sığınacağı dağlar yoktur böyle filmlerin. Lezzetsiz yapılan yiyeceği bol baharatla maskelemeye çalışmaktan farksız bir şey çünkü.

    Wes Anderson bu filmde de tarzından uzaklaşmamış. Renklerin gücü ile yoluna devam edip her bir noktadan izleyiciyi etkilemeye çalışmış. Artık Wes Anderson'ı da kaliteli yönetmenler kategorisine koyabilirim. Kendisi şu an Tim Burton ile yan yana durmakta benim sıralamama göre. Bu güzel filmi bize sundukları için yapımcıları tebrik ediyorum.

İzlemenizi şiddetle tavsiye eder, iyi günler dilerim.

01 Ağustos 2021

Merakla Beklediğim Filmler 2021

    Yıl geldi 2021'e ne kadar güzel filmler gördü bu gözler. Harika yapımlar geçirdik; fakat ne yazık son 10 yıl içinde çıkıp da kült diye nitelendirebileceğimiz çok bir film yok. Durum insanın içini burkuyor elbette, 90'lı yıllara dönüp sinemaya gitmek isterdim bu bana büyük bir zevk verirdi eminim. Sıradan hayatım çok film izlemememe karşın filmleri çok severim. Çok film izleyememe sebebim ise seçicilik denebilir. Önüme gelen viral olmuş filmleri izlemek ne yazık ki keyif vermiyor bana. Filmi izleyebilmem için öncelikle içerik ve tarzını biliyor olmam gerekir. Tabii ki son zamanlarda kendime kural koyduğum Oscar olası adayı filmleri de listeme koydum. Bu filmleri izlerken içeriğe bakmayacaktım, sadece akademi ödüllerinde aday olarak görebileceğimiz tarzda olmaları yeterli şart idi. Bu kuralı benimsemiş olmamın sebebi daha fazla film izleyebilmekten başka bir şey değil. Böyle bir kuralım olmasa doğru düzgün film izleyeceğim yok.

    Boşumuzu da yaptıktan sonra listeye geçelim, iki adet filmden kısaca bahsettim:

The French Dispatch


    Listenin ilk sırasını uzun zamandır bekliyor olduğum The French Dispatch'e vermek istiyorum. Bu film beni çok bekletti. Pandemi diye uzattıkça uzattılar filmin çıkış tarihini. geçtiğimiz kış çıkmasına garanti gözüyle bakılıyordu ve hatta Akademi ödüllerinde boy gösterecek deniyordu fakat ne yazık ki filmin çıkış tarihi yine uzatıldı. Sanırım tekrar bir aksilik çıkmazsa film bu kış seyircilerin huzuruna sunulacak.
    Oyuncu kadrosunun kaliteli olması ilk başta benim ilgimi çeken unsur oldu. İkinci olarak fragmanından gördüğüm kadarıyla harika bir görüntü yönetimine sahip olacak. Kurgu konusunda pek bir fikrim yok, senaryosu konusunda da hiçbir fikrim yok nasıl olur. Durum hikayesi gibi mi olacak yoksa olay hikayesi şeklinde mi sunulacak halen bilmemekteyim. Merakla bekliyorum bu filmi.

Babylon



    Filmden haberdar olmamın sebebi sevdiğim bir yönetmenin bu filmi yönetiyor olmasından kaynaklıdır. Sevdiğim yönetmenin ismi ise Damien Chazelle. Bildiğiniz üzere La La Land ve Whiplash adlı şaheser filmlerin yönetmen koltuğundaki kişi. First Man filminde beklenenin altında bir performans sergilemesinden ötürü bir süre sinema Damien Chazelle'in sesini duymadı (yaklaşık 1.5 yıl kadar), Ta ki Babylon adlı yapım duyurulana kadar. Sanıyorsam 2 yıl önce babylon filmini sadece ismen duyurdu kendisi ve henüz oyuncu kadrosu belli değildi. Asıl oyuncu kadrosu da açıklandıktan sonra benim merakımı çekti. Bu filmde Brad Pitt, Emma Stone, Margot Robbie'yi bir arada göreceğiz. Benim asıl ilgimi çeken isim ise Flea yani Red Hot Chilli Peppers'ın bassisti. Fleanın filmde oynuyor olması benim merakımı daha da kabarttı.
    Damien Chazelle sevmemin sebebi sanırım yönetmenlik tarzı. Çünkü sanki ben de bir film yönetiyor olsam bu adamın yönettiği şekilde yönetirdim. Bilmiyorum belki başka yaşamda kendisiyimdir kim bilir...

İyi günler dilerim değerli okurlar

23 Temmuz 2021

Son Zamanlarda Dinlediklerim #1

     Merhabalar değerli okurlar. Bu yayın standart bir yayın olacak benim için. Blog için ne kadar standart olur bilemem fakat hemen her gün yaptığım "şarkı önermek" işini blog'da da gerçekleştirmeye karar verdim. Eminim ki bu yayın serisi okuyucuların hoşuna gidecektir.

    Öncelikle şunu söylemem gerekir ki paylaşacağım şarkılar (sadece) yeni çıkış yapmış şarkılar olmayacak. Bu şarkılar şimdinin veya geçmişin ürünü olabilir. Şarkı seçimine başlıkta da belirttiğim üzere son zamanlarda sıklıkla dinliyor olduğum şarkılar yön verecek. Şarkı seçiminde ise herhangi bir türe bağlı kalmayacağım. Rock, blues, jazz, klasik ve daha nice müzik türlerini paylaşacağım yayınımda.

    Beğendiğiniz şarkılar olursa lütfen yorumlarda belirtin. İyi günler dilerim hepinize

Niccolò Paganini - Nel cor più non mi sento, MS44


Frank Zappa - Stink Foot


Talking Heads - Once in a life time


Men I Trust - Tailwhip


Men I Trust - Show me how


ABBA - Gimme! Gimme! Gimme!


Eric Clapton - Tears in heaven


Kurt Cobain - And I Love Her (Beatles Cover)











19 Mart 2021

93. Akademi Ödülleri

     Merhaba değerli okurlar. Günler geçti aylar geçti ve 2020 yılını tamamladık. 2020 yılı diğer yıllardan o kadar farklıydı ki adeta dünyanın düzeni değişti bu yıl. İşte bizler evlere kapandığımızda yapılacak güzel aktivitelerden birini seçtik, film izlemeyi... Nedense geçen sene söylediğim gibi bu sene de filmler beni pek de memnun etmiş değil o kadar. Yani tabii ki çok beğendiğim filmler oldu fakat yine bir şeyler eksikti bu filmlerde. Yine de umudumu yitirmeden izlemeye devam ettim. Her neyse 2021 film sektörüne de olumsuzluklarla başlamamak gerektiğini düşünüp ve bu yılki Akademi Ödüllerinin adil bir şekilde sahiplerini bulmasını dileyerek başlayalım yayınımıza. Bu yıl pandemiden dolayı olan bir erteleme kararı ile de 26 Nisan tarihinde ödüller sahiplerini bulacak.

    Benim geçtiğimiz yıl en beğendiğim film the Trial of the Chicago 7 filmi oldu. Kurgusu güzel hazırlanmıştı ve hikayenin işleyiş biçimi beni epey etkilemişti. Bu filmi izlemenizi gerçekten tavsiye ederim. Çok güçlü bir yapıda değil fakat tatmin etme açısından gerçekten başarılı buldum ben. 

    2020 yılının sonralına doğrı çok beklediğim bir film olan Nomadland gösterime girdi. Açıkçası gerçekten de hoşuma gitti bu film. Belki de bu film için çıtayı çok da yüksek tutmadığım için beni tatmin etmiş olabilir. Film karavan hayatını anlatıyor ve kurgusal olmayan karakterlere de yer verdiğinden realist bir yapıda karşımıza çıktı. McDormand bu film ile 3. kez en iyi kadın oyuncu ödülünü alabilir.

    Sound of Metal filmi gayet başarılı bir filmdi. Bu yazıyı yazarken fark ediyorum, bu film ile ilgili bir post paylaşmamışım sizlerle. Bu film bir bateristin sağır olduktan sonraki yaşadıklarını anlatıyor kısacası. Kurgusu gerçekten çok başarılıydı filmin, özgün de bir hikayeye sahipti. En iyi Özgün senaryo ödülünü alabilir bu film. Fakat nedense diğer dallarda pek de başarılı olabileceğini sanmıyorum pek. Oyunculuklar da iyiydi fakat ödül alacak kadar iyi gördüğümü söyleyemem. Kendi adaylarımı açıklarken tabii ki bu yılki oyunculuklara bakarak en iyisini seçmeye çalışacağım.




    Soul filmini yayınımda ne kadar yermiş olsam da en iyi animasyon filmi adayları arasında olmayı hak ediyor gerçekten de. Yani ne kadar gönlüm wolfwalkers'tan yana olsa da.

    Wolfwalkers filmi hakkında da bir şeyler yazmamışım ama şunu söyleyeyim ki çok da basit sayılmayan mesajlar vererek basit olan konuları farklı bir şekilde işlemeye çalışmışlar. Filmin kalitesi harikulade, kurgusu harikulade, senaryosu da harikulade. Yani önden kimi desteklediğimi bilin istedim.



   
Ma Rainey’s Black Bottom Geçtiğimiz senenin gerçekten de başarılı bulduğum bir diğer film ise bu idi. Özellikle geçtiğimiz yaz aramızdan ayrılan Chadwick Boseman bu filmde harika bir oyunculuk
sergilemiş. Hikaye olarak her Türk insanının pek de sevebileceği bir hikaye değil açıkçası. Yani sıkıcı gelebilir ama eğer jazz müzik hoşunuza gidiyorsa ve bu kültüre az çok hakimseniz bu film sizin için çok akıcı olabilir. Tavsiyemdir.

Kısaca böyle notlar düşmek iyi oldu. İşte benim için ödüllerin verilmesi gereken adaylar:

en iyi kadın oyuncu : Frances McDormand - Nomadland
en iyi erkek oyuncu : Chadwick Boseman - Ma Rainey's Black Bottom
en iyi film : Nomadland (Çok kararsız kaldım)
en iyi yardımcı erkek : Sacha Baron Cohen - the Trial of the Chicago 7
en iyi yardımcı kadın: Glenn Close - Hillbilly Elegy
en iyi animasyon : Wolfwalkers
en iyi özgün senaryo : Sound of Metal
en iyi görüntü yönetmeni : Phedon Papamichael - the Trial of the Chicago 7
en iyi yönetmen: David Fincher - Mank
en iyi uyarlama senaryo: Nomadland
en iyi görsel efekt: Tenet

22 Şubat 2021

News of the World


Yönetmen: Paul Greengrass
Oyuncular: Tom Hanks, Helena Zengel
Süre: 118 dakika 
Yapım Tarihi: 10 Şubat 2021
Ülke: ABD
IMBD: 6.8/10 
Benim Puanım: 6/10

    Merhabalar değerli okurlar. Son postlarıma baktığınızda genelde filmler ile ilgili yayınlarımı görüyorsunuz. İçerik bulmada zorlandığımdan değil sadece yazmak istediğimi yazmamla alakalı bir durum. Paylaşmak istediğim bir şeyler olduğu zaman bunu en iyi şekilde yapmaya çalışacağım.

    80'li yılların başlamasıyla birlikte western dediğimiz vahşi batı film sektörü rafa kaldırılmıştı. İnsanlar artık çok sıkılmıştı bu tip filmlerin fazlalığından. Artık nadide eserler beyaz perdede seyircinin huzuruna çıkabiliyor. İşte bu filmlerden bir tanesi de elbette News of the World. Bildiğim kadarıyla Tom Hanks'in ilk western temalı filmi oldu bu. Başarılı bir oyunculukla filme tat katmış. Sadece Tom Hanks'in oyunculuğundan bahsetmeyeceğim elbette. İkinci başrol oyuncusu olan Helena Zengel, göstermiş olduğu doğal oyunculuk sayesinde izleyenlerin dikkatini önemli bir ölçüde kendi üzerine çekti. Helena'yı filmde izlerken gerçekten de filmdeki karakterin aynısına sahip olduğunu sanabiliyorsunuz. Bu küçük yaşta gösterdiği usta oyunculuğu ben takdir ediyorum.

    Filmin hikayesi tahminimce 1850 sonu 1860 başı tarihlerinde geçiyor çünkü Konfederasyon Amerika'nın birlik olduğu dönemleri konu alıyor. İç savaş çıktı çıkacak dönemler elbette. Bildiğiniz üzere zencileri halen köle olarak kullanan amerika halkı ve köleliği kaldırmak isteyen amerika hükümeti arasında geçen kanlı bir savaş dönemi. İşte bu dönemde radyo gibi elektronik haberleşme cihazları bulunmadığından sadece gazete okuyarak dünyadan haberdar olunabiliyordu. Kasaba halkının yüksek çoğunluğu da okuma yazma bilmediğinden bu gazeteyi halka okuyan insanlar bundan para kazanıyordu. Baş rol oyuncusu Kidd, kasaba kasaba gezip insanlara ülkeden haberler okuyan eski bir yüzbaşı. Atıyla gezintiye çıktığı bir gün ağaca asılmış bir zenci ve korkudan gizlenmeye çalışan bir kızı bulmasıyla hareketlenir film. Kızı evine ulaştırmak için yola koyulurlar ve büyük macera bu şekilde başlamış olur.

    Filmin çekim teknikleri epey yerinde göründü. Birkaç noktada hoşuma gitmeyen kısımlar oldu fakat kurgusu ve sinematografisi bu tip bir film için hatırı sayılır ölçüde kaliteliydi. Çevreleyi güzel bir şekilde aktarıp empati yapmamızı kolaylaştırdı diyebilirim. Senaryoya bakacak olursak elbette çok mükemmel bir hikayesi yoktu filmin. Gerçekçi yapıda olması gereken filmin, etkileyiciliğini arttırmak amacıyla olsa gerek bir takım şans eseri olayların gerçekleşmesiyle bir miktar üzebiliyor; Çünkü filmde olağanüstü bir durum yok. Sıradan sayılabilecek bir hikaye anlatıldığından izleyici karakterlerden fazla bir şey beklemiyor zaten. Filmi sıkıcılıktan kurtarmak için düşünüldüğünü sandığım bir takım senarist teknikleri hoş olmamış. Elbette bu tip hikaye bölümleriyle çok ufak kısımlarda karşılaşıyoruz ve kesinlikle filmi izlemeye engel olmayan noktalar.

    İyi seyirler dilerim.

27 Ocak 2021

Nomadland

 
   Yönetmen: Chloé Zhao
Oyuncular: Frances McDormand, David Strathairn, Peter Spears
Süre: 108 dakika 
Yapım Tarihi: 19 Ocak 2021
Ülke: ABD
IMBD: 7.6/10 
Benim Puanım: 8/10

     Merhabalar değerli okurlar. Ne zaman harika bir film izlesem içimde bir heyecan olur. Öyle bir heyecan ki bu, filmi tanıdıklarıma önermek için sabırsızlanırım. Bu film de öyle bir filmdi gerçekten de. Adeta içimde her zaman yaşayan yola çıkma fikrini körükledi bu film. Şimdi diyeceksiniz ki: "Yola çıkmak kolay değil." evet biliyorum kolay olmadığını. Beni çeken de yolun kolay olmayışı zaten. Her gün kolay hayatlarımızda yaşıyoruz. Sabah sıcacık yatağımızdan çıkıp tuvalete gidiyoruz, elimizi yüzümüzü yıkayıp temiz bir şekilde kahvaltımızı yapıyoruz ardından da çayımızı veya kahvemizi alıp işe koyuluyoruz. Akşamları sıcacık evimize dönüyoruz. Sanırım uzaktan baktığımızda yaşama sebebi hayatı sağlıklı bir şekilde sürdürebilmek olarak görünüyor. Ne yazık ki ben böyle bir hayatı istemiyorum ve istemedim de. Hayatta hedefler yoksa, başarımlar yoksa, hayaller sürekli erteleniyorsa ne anlamı kalıyor ki yaşamanın? hayata biraz zorluk katmak biraz daha iyi gelecektir diye düşünüyorum. Bu zorluk aslında büyük çoğunlukla bedensel bir zorluk. Bedensel olan terbiye zihinsel olarak da önem arz etmektedir. Platon, zeki olmak isteyen insanların aynı zamanda sporda başarılı olması gerektiğini savunurdu. Atatürk'ün söylediği "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur." sözünü de es geçmeyeceğim elbette. Siz bu yazıklarımı düşünün yine de ve beni böyle uzun bir giriş yazısından ötürü affedin.

I came into the van life kicking and screaming,
 but I fell in love with it.— Bob Wells


    Film Amerika'da kocasını kaybettikten sonra ufak bir karavanda yaşamaya başlayan bir kadının hayatını anlatıyor. Aslında filmin hikayesi pek sıradan bir hikaye. Sanırım bu sıradanlık da benim ilgimi çekiyor. Daha önceki yazılarımda da durum hikayelerine bayıldığımı söylemiştim o yüzden bu film benim için güzel diyebilirim. Sizleri bilemem elbette, durum hikayelerini epey sıkıcı bulan insan bulmak çok da zor değil. Epey durgun ilerlediği için aslında hak da veriyorum elbette. Ama sıkıcı bulsanız da bir deneyin derim. Bu tip hikayeler sizlere mutlaka bir şeyler katacaktır.

    Teknik açıdan film kaliteli bir yapım olmuş. Kurgusu harika öncelikle, sizi rahatsız edebilecek şeyleri görmeyeceksiniz bu filmde. Genelde soğuk renklerin kullanıldığı filmde her an yağmur yağacakmış hissi kaplıyor insanı. Çöle geçtiği sıralarda yani insanlarla iletişiminin sıklaştığı sıralarda renk seçimi biraz sıcak skalaya kaydığından bu tatlı sıcaklığı rahatlıkla hissedebiliyorsunuz. Görüntü yönetimi de iyi diyebilirim.


    Frances McDormand ablamız çoğu filminde olduğu gibi bu filminde de güzel bir oyunculuk sergilemiş. Akademi ödüllerinde en iyi kadın oyuncu ödülünü bir kez daha kazanacağını tahmin etmekteyim. Oyunculuk yaparken, oynadığı karakterin ruh halini izleyiciye harika bir şekilde aktarmayı başarabildiğinden hak ediyor çoğu zaman övgüyü. 63 yaşında olmasına karşın aktifliğinden de bir şey kaybetmeyen McDormand'ı sanırım durum hikayelerinde sıkça görmek istiyorum.


Ekleme: Oyuncuların bir kısmı gerçekten de bu hayatı yaşayan insanlar. Aslen oyuncu değiller. Bunu duyduğumda daha da ısındım filme. Yani o gördüğünüz toplu buluşmalar kurgu değil gerçek diyebilirim. Karakterin tanıştığı insanların da gerçek isimleri kullanılmış filmde ve doğrusallık gösteriyor gerçek ile. Bob Wells karakteri de filmde gösterildiği gibi bir hayat sürmekte.

23 Ocak 2021

Soul

    Yönetmen: Pete Docter
Oyuncular: Daveed Diggs, Jamie Foxx, Tina Fey
Süre: 101 dakika 
Yapım Tarihi: 25 Aralık 2020
Ülke: ABD
IMBD: 8.1/10 
Benim Puanım: 6/10

    Herkese merhabalar okurlar. Bu postta sizlere 2020'nin güzel bir animasyon filmini tanıtmak istedim. Disney Pixar yapımı olan güzel bir film diyebilirim. Öncelikle filmde akıllı tasarımı bu kadar ön plana sokmaları pek hoşuma gitmedi diyebilirim. İzlemeden önce dram türünde bir yapım bekliyordum fakat ne yapıp ettilerse tüm olayı akıllı tasarım ile birleştirip gerçek üstü hale getirdiler. Bu film eğer dram filmi olsaydı sanırım harika bir malzeme çıkabilirdi ortaya.


    Geniş bir perspektiften baktığımda filmi beğendim. Filmin vermek istediği fikir de aslında bir bakıma güzeldi. Özgürlüğün ve yaşamanın güzelliği üzerine durduğundan izleyicilere sebepler vermeye çalışmış. Senarist biraz basit oynamış gibime geldi o konuda. Müzikler iyi kullanılmış ve jazz müzik ön planda olduğundan ister istemez çıtayı yükseltip izleme kararı aldım. Harika bir başlangıç yapıp, sinirimi bozan idelist olgularla dolu bir dünyaya yerleştirdi izleyiciyi. Sinirimi epey bozdu bu kısım. Hayal ettiğim gibi bir senaryoya sahip değildi açıkçası. Ama filme kötü de diyemem sırf senaryosunda beğenmediğim kısımlar var diye.

    Filmin kurgusu ve sinematografisi harikaydı onu es geçemem ne yazık ki. Tabii ki söz konusu Disney Pixar olunca kurgu ve sinematografi harika olacak elbette. Adamlar bu işi iyi yapıyorlar. Özellikle detaylar bir hayli ilgi çekici idi. Öbür dünya kısmı kolaya kaçmışlar gibiydi ama dünya kısmı büyüleyici bir güzelliğe sahipti. 

    Oscar'a aday olur mu bilemem fakat kazanabilir mi ondan şüpheliyim. Diğer animasyon filmlerini izledikten sonra buna karar vermek sanırım çok daha mantıklı olur.





İnsanın Elinden Kayan Yaşamı

      Selamlar değerli okurlar. Buralara uğramayalı yaklaşık bir yıl oldu. Keyifle yazdığım blogum, iş hayatıma yoğunlaşmamla birlikte diğer...